20 Nisan 2009 Pazartesi

İngilizce Dönem Ödevleri ve İngilizce Performans Ödevleri

Çeşitli konularda hazırlanmış tüm sınıflarda kullanabileceğiniz ingilizce dersi için örnek dönem ve performans ödevlerini indirebilirisiniz. İşinize yarayacığını umuyorum. İçlerinde bir kaç sakat dosya çıkabilir, işinize yaramayacak, ingilizce'ye tam çevrilmemiş. Onun dışında güzel bir arşiv.
İçindekilere gözatmak için tıklayınız . (Resim alıntıdır)

İNDİR
Rar Şifresi: eokulnotlari.blogspot.com

16 Nisan 2009 Perşembe

Skeç Metni indir: ÜNİVERSİTEYE HAZIRLIK

ÜNİVERSİTEYE HAZIRLIK



Üniversiteyi hedefleyen bir gençle bu yolun başında, koşmadan yorulan bir gencin karşılaşması ve kıyaslanması üzerine...

Mustafa: Nerde kaldı bu kız da ya! İşte geliyor. Şimdi bununla tanışmak farz oldu. (Ellerini kaldırır.) Hey büyük Allah’ım! (Kızı göstererek) Böyle güzellikleri yaratıyorsun ve bana haber vermiyorsun. Oluyor mu yani? (Kıza bakarak) Allah Allah, bu bir insan olamaz yahu. Bu, başka türlü bir yaratık olmalı. Hayır hayır, bu kesinlikle bir insan olamaz. Ya benim şimdiye kadar gördüklerim insan değildi ya da bu, insan değil. Ortada bir terslik var. Ulan yoksa ben mi insan değilim? (Telefon çalar) Hayret bir şey! (Telefonu açar.) Alo! Ha aslanım, şu anda iz üstündeyim. Birisiyle tanışmak üzereyiz. Daha tanışmadık. Kız tanışmak için can atıyor da ben soğuk davranıyorum. O şimdi karşımda. Tren bekliyor. Buradan tren geçmiyor mu? Ben de biliyorum. Zaten ben dolmuş bekliyorum. Daha tanışamadık da evlenince balayına Kanarya Adaları’na gitmeyi düşünüyoruz. Tabi, o da kabul ederse. Herhalde üniversite sınavına hazırlanıyor, görünüşü öyle. Duyuşum, fazlaca inekmiş, ama ben onu evcilleştiririm. Sen dolmuşçuya söyle, geç gelsin. Yok yok, hatta bir yerde kaza falan yapsın, hiç gelmesin. Görüşürüz...

Mustafa: Siz de mi dolmuş bekliyorsunuz?

Kız: Evet.

Mustafa: Aman Allah’ım, bu konuşabiliyor. Konuşuyor, konuşuyor!

Kız: Efendim, anlamadım.

Mustafa: Ben de dolmuş bekliyorum. Ne güzel, ikimiz de bir dolmuşu bekliyoruz. Dolmuştaki şansa bak. İnşallah bu dolmuş iyice dolmuştur da bizi almaz.

Kız: Dolmuş çok gecikir mi? Dershaneye geç kalacağım da.

Mustafa: Yok, birazdan gelir. Bizim dolmuşun şoförü kör de dolmuşu yandaki adam kullanıyor. Onun için biraz geç geliyor.

Kız: İlginç, o nasıl oluyor öyle?

Mustafa: Valla, ben de bilmiyorum, öyle duydum. Siz de mi Eminönü’ne gidiyorsunuz?

Kız: Hayır, ben oraya gitmiyorum.

Mustafa: Öyle mi, ne tesadüf. Ben de oraya gitmiyorum. Nereye gidiyorsunuz?

Kız: Niçin sordunuz?

Mustafa: İzninizle ben de oraya gideceğim de.

Kız: Ben dershaneye gidiyorum.

Mustafa: Dershaneye mi ne güzel! Dershaneyi bitirince ne olacaksınız?

Kız: O ne demek?

Mustafa: Bizim arkadaşlar dershanenin birine yıllardır gidiyorlar ve üstelik hala aynı sınıftalar.

Kız: Dershane bizim için bir basamak. Amacım, iyi bir üniversiteye girerek geleceğe güvenle bakmak.

Mustafa: Üniversiteyi bitirenler hep boş geziyorlar ama. Boş gezmek için üniversite bitirmeye gerek yok. Bak, ben üniversite bitirmediğim halde gayet boş gezebiliyorum.

Kız: İyi bir üniversiteyi veya iyi bir bölümü bitirenler boş gezmiyorlar. Siz nerde okuyorsunuz?

Mustafa: Ben liseyi bitirdim.

Kız: Üniversite sınavına girdiniz mi?

Mustafa: Evet girdim. Üstelik kazandım bile.

Kız: Nereyi kazandınız?

Mustafa: Açıköğretim Fakültesini kazandım. Ama babam uzak diye göndermedi.

Kız: Benimle dalga geçmeye çalışıyorsunuz herhalde!
Mustafa: Hayır, dalga geçtim bile.

Kız: Öyle mi? Senin adın Zeki mi?

Mustafa: Evet ama o göbek adım. İsterseniz tanışalım. Çünkü adını bilmediğim bir insanla evlenmemi kimse benden bekleyemez, değil mi? Ayrıca, benim adım “Musti”, ama siz kısaca “Mustafa” diyebilirsiniz.

Kız: (Biraz bekler, şaşırmıştır.) Bir dakika sayın “Kısaca Mustafa Bey”, evlilikle ilgili söylediklerinizi tam anlayamadım da.

Mustafa: Tabi, kusura bakmayın. Evlilik ağzımdan kaçtı. Eeee, balayı diyecektim evlilik dedim. Balayına Kanarya Adaları’na gideriz, olmaz mı? Ben gittim, pek beğenmedim ama senin için bir daha giderim.

Kız: Siz ne evliliğinden bahsediyorsunuz? Kiminle balayına gidiyorsunuz?

Mustafa: Seninle. Ama gitmek istemiyorsan ben de gitmem.

Kız: Bakın “Kısaca Mustafa Bey”, ne demek istiyorsun anlamıyorum, ama iki dakika önce görüştük, tanışmıyoruz bile. Sen evlilikten bahsediyorsun.

Mustafa: Niye, ne var ki? Zaman bunu gerektiriyor. Siz gazete okumuyorsunuz herhalde. Bakın millet akşam tanışıp evleniyor, sabah boşanıyor. Üstelik bunlara sanatçı deniyor. Bizim onlardan ne eksiğimiz var? Üstelik fazlamız var. Mesela ben lise mezunuyum.

Kız: Haklısınız da ben kendime onları örnek almıyorum. Benim ideallerim var. Onları gerçekleştirmekten başka bir şey düşünmüyorum.

Mustafa: İdealleriniz var demek? Çok iyi, sizin idealiniz ne acaba?

Kız: Benim idealim fizikçi olmak.

Mustafa: Çok güzel. Bu fizikle ancak fizikçi olunur zaten.

Kız: Sizin işiniz gücünüz yok mu Allah aşkına?

Mustafa: Şu anda aslında çalışıyorum ben.
Kız: İşiniz ne?

Mustafa: Babamın parasını yemek.

Kız: Aaa! Siz de geleceğe boş gözlerle bakanlardansınız herhalde. Bir amacınız, idealiniz yok.

Mustafa: Olur mu ya! İdealim var.

Kız: Neymiş o?

Mustafa: Babamın ölmesini bekliyorum. O ölünce mirasa konacağım. Sonra da gel keyfim gel!

Kız: Çok boş birisiniz.

Mustafa: Evet çok boşum. Zaten birisini arıyorum. Ha, adınızı söylemediniz.

Kız: Etiketler önemli değildir.

Mustafa: Olur mu canım? İsminizi bilmezsem cep telefonunuzu ne adıyla kaydedeceğim? “Sapık” diye kaydedemem herhalde. Konuşmayız, sürekli mesajlaşırız. O daha ucuza gelir.

Kız: Benim cep telefonum yok. İhtiyacım da yok.

Mustafa: Yapma ya, ne kadar üzücü bir durum.

Kız: Bu dolmuş da nerde kaldı?

Mustafa: Dolmuşu ne yapacaksınız ki? Gelmese de olur. Ne güzel konuşuyoruz.

Kız: Hayır, siz salak salak konuşuyorsunuz, ben de dolmuş gelinceye kadar dinliyorum.

Mustafa: Şu anda tanışmış olmamız gerekiyor, ama hala olmadı.

Kız: Niye tanışmış olmamız gerekiyormuş ki?
Mustafa: Bütün Türk filmlerinde öyle oluyor da onun için. Ama bir eksik var. Siz hızlı hızlı gelirken çarpışacağız. Sonra elinizdeki kitaplar yere düşecek, onları birlikte toplayacağız. Bu şekilde tanışmış olacağız. Bu kısım eksik, istersen çarpışalım.

Kız: Allah’ım çattık belaya ya! Nerde kaldı bu dolmuş?

Mustafa: Dolmuş kaldı bir yerde zor gelir artık. İstersen bir şiirimi okuyayım sana. Şiir benim ha, kendi ellerimle yazdım.
“Ellerinde kitaplarla dolmuş beklersin,
Dertlerime yenilerini eklersin.
Babam ölsün de gör.
Seni hemen alıp kaçarım.”
Sonu pek uymadı, ama neyse, her güzelin bir kusuru vardır.

Kız: Allah’ım kafayı yemeden şu dolmuş gelseydi.

Mustafa: Sıkıldın herhalde. Sana bir şiir daha okuyayım.

Kız: Allah aşkına artık tamam!

Mustafa: Ama bu şiir benim değil, büyük bir İngiliz şairin.

Kız: (Şaşırır) Öyle mi? Oku bakalım.

Mustafa: “Good evening
Welcome to BBC news
And now today’s”
Nasıl güzel, değil mi?

Kız: Şiir bu mu?

Mustafa: Evet.

Kız: Bu, İngilizce: “İyi akşamlar, BBC haber bültenine hoş geldiniz. Şimdi bugünün haberleri.” demek.

Mustafa: Yok ya! Demek yanlış şiiri ezberledik. Bu şiiri komşunun radyosundan duymuştum.
Kız: Allah’ım bana sabır ver! Nerde kaldı bu dolmuş?
Mustafa: Sıkıldınız herhalde. Neyse zamanla alışırız birbirimize.
Kız: Ne alışması ya? Sizinle bu dünyada bir daha karşılaşmamak için öbür dünyaya, hatta cehenneme gitmeye bile razıyım.
Mustafa: Valla, oraya da gelirim.
Kız: Allah aşkına yeter! Nerde kaldı bu dolmuş ya?
Mustafa: Sonuç olarak benim hakkımda edindiğiniz izlenim nedir?
Kız: Bak kardeşim, sizi tanımıyorum, tanımak da istemiyorum, ama sizin hakkınızda edindiğim izlenim şu: Eğer siz dünyaya daha önce gelmiş olsaydınız “aptal” kelimesi sözlüklerde olmazdı.
Mustafa: O niye?
Kız: Çünkü “aptal” kelimesi hiçbir insana senin kadar yakışmaz.
Mustafa: Sen bana aptal demeye çalışıyorsun, ama yazık, üzüldüm yani.
Kız: Allah Allah, bu dolmuş nerde kaldı?
Mustafa: Ne yapacaksın dolmuşu? Ne güzel muhabbet ediyoruz. Ha, senin baban ne iş yapıyor?
Kız: Ne yapacaksın?
Mustafa: Benim babam senin babanı döver de onun için sordum.
Kız: Benim babam komiser.
Mustafa: Yok ya! Gerçekten mi? Zaten benim babam da cumhurbaşkanıdır kendisi.
Kız: İstersen araştır bak.
Mustafa: Hadi ya! Desene sert kayaya çarptık. Başımızı belaya sokmayalım bari. Allah Allah, nerde kaldı bu dolmuş ya!
-SON-

Güldüren Skeçler: Pazarlamacı Çocuk

PAZARLAMACI ÇOCUK



ANLATICI : Kadının evle ilgili sorunlar bir yana, çalışan kadının sorunları hiç bitmiyor zaten. Diyelim ki bütün gün deli gibi çalışmışsınız. İş çıkışı bir otobüse binmişsiniz, otobüs hınca hınç dolu. Memurlar, işçiler ve ısrarla başkasının gazetesini okuyucularla haşır neşir olduktan sonra, otobüs yolculuğunu tamamladınız ve işte nihayet evinizdesiniz.
Ters taraftan kadın yorgun argın girer.
ANLATICI : Rahatça gerindiniz.(Kadın gerinir.)
ANLATICI : Yorgunsunuz.
KADIN : Yorgunum.
ANLATICI : Çok yorgunsunuz.
KADIN : Çok yorgunum.
ANLATICI : Tek bir ses bile duymak istemiyorsunuz.
KADIN : Tek bir ses bile duymak istemiyorum.
ANLATICI : Ama unutmayın ki hayatın her anında küçük bir sorun çıkabilir.
KADIN : (Anlatıcıya döner.) Hayır efendim, sorun falan istemiyorum. Tek bir ses bile duymak istemiyorum.(Kapı zili üst üste çalmaya başlar.)
KADIN : Offf... Kim acaba? Geldim, geldim.(Kadın kapıyı açar. Pazarlamacı çocuk kafayı uzatır.)
PAZARLAMACI : İyi günler hanfendi abla. Kapıyı açmakla ne kadar iyi ettiğinizi birazdan anlayacaksınız. İçeri buyurmaz mıyım? E, gireyim bari. (Girer)
KADIN : Ne oluyor be? Sen kimsin? Ne istiyorsun?
PAZARLAMACI : Ben bir şey istemiyorum, siz istiyorsunuz. Ama sayemde istediğiniz ansiklopedilere kavuşacaksınız. Körün istediği bir göz, Allah mavi lens veriyor, iyi mi?
KADIN : Allah allah, sen kimsin çocuğum.
PAZARLAMACI : Haklısın abla, tanışmayı unuttuk. Benim adım Cengiz, arkadaşlarım bu yüzden bana Nuri demezler.
KADIN : Adın Cengiz ise, arkadaşların sana niçin Nuri desinler?
PAZARLAMACI : İyi ya abla, bizde demezler diyoruz. Senin adın ne? Dur! Söyleme, ben tahmin edeyim. (Çıkar, kapı ziline bakar, döner) Şahabettin.
KADIN : Saçmalama.
PAZARLAMACI : Ama kapı zilinin üstünde Şahabettin yazıyor.
KADIN : O babamın adı.
PAZARLAMACI : Zil babanın mı? Seni görmeye gelenler bu zili kullanamıyorlar mı? Sizin ailede herkesin ayrı bir zili mi var? Memleket nere Zile mi?
KADIN : Yahu sen ne istiyorsun evladım.
PAZARLAMACI : Ben ansiklopedi satarım abla. Peşin fiyatına taksitle Gelişim Haşırt.
KADIN : Bana ne!
PAZARLAMACI : Sana ne olur mu abla, sen alacaksın.
KADIN : Bak çocuğum, çok yorgunum, aşırı sinirliyim. Ansiklopedi filan istemiyorum, çık evimden hadi.
PAZARLAMACI : Tamam abla, kimseye zorla birşey satacak değiliz. Sen kaç taksit yapacağız onu söyle.
KADIN : (Bağırmaya başlar.) Ulan manyak. Sen beni çıldırtmaya mı geldin? Ansiklopedi istemiyorum. Evimi terketmeni istiyorum. Yoksa polis çağıracağım.
PAZARLAMACI : Bir dakka hanfendi bir dakka. Siz bana bağıramazsınız. Ben öyle sıradan bir insan değilim. Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz? Ben Mehmet Çubukoğlu'nun kardeşiyim.
KADIN : Mehmet Çubukoğlu kim?
PAZARLAMACI : Ağbim, tanımazsınız. Kaç taksit yapıyoruz ablacım, peşinat ne veriyorsun?
KADIN : Bak evladım, beni neden deli etmek istediğini anlamış değilim. Beni niçin tahrik ediyorsun ha. (Ağlamaya başlar.) Allah kahretsin sinirlerim bozuldu.
PAZARLAMACI : Niye ağlıyorsun be abla, değer mi? Gençsin, güzelsin, başkasını bulursun.
KADIN : Ne diyorsun be?
PAZARLAMACI : Seni terkettiyse kendi kaybeder diyorum. Kaç taksit yapıyoruz abla.
KADIN : Yalvarıyorum sana düş yakamdan... Düş evimden... Düş sekizinci kattan. Bak karakol iki bina ötede, seni son kez uyarıyorum.
PAZARLAMACI : Abla kalbimi kırıyorsun, farkında değilsin. Sanki biz keyfimizden yapıyoruz bu işi. Benim hayatım keder yüklü. Annem, ben doğmadan ölmüş. Babam daha geçen gün sünnet oldu. Bütün sünnet masraflarını ben karşıladım ya. Kolay mı? Ekmek parası, cüzdan yarası. Kaç taksit yapıyoruz abla, peşinat ne veriyorsun.
KADIN : (Telefona sarılır.) Bunu sen istedin. (Numaraları hızla çevirir.) Alo karakol mu? Memur bey iki bina üstünüzde oturuyorum. Gül apartmanı 7 numara. Hemen gelin lütfen. Haneye tecavüz var. Tecavüzcü yanımda. Coşkun mu? Coşkun kim? Evet beyefendi, bana tecavüz etti, şimdi beraber sigara içiyoruz, bir polisi arayalım dedik. bana değil beyefendi haneye tecavüz var. Evet, evet bekliyorum. Lütfen acele edin. (Telefonu kapar.) Şimdi göreceksin sen. Bir insanın ruh sağlığıyla oynamak ne demekmiş göreceksin.
PAZARLAMACI : Sen.... Şimdi.... Ansiklopedi.... İstemiyor musun yani?
KADIN : Hala soruyor yahu, hala soruyor. İS-TE-Mİ-YO-RUM.
PAZARLAMACI : Hayır istemiyorsan açıkça söyle. Kimseye zorla birşey satacak değiliz. Ben prensip sahibi bir insanım. Benim için hayatta önemli sekiz şey vardır.
KADIN : Nedir o sekiz şey?
PAZARLAMACI : Pamuk Prenses ve yedi cüceler. Kaç taksit yapıyoruz abla, peşinat ne veriyorsun?
KADIN : Ulan şimdi seni.
(Kadın pazarlamacının boğazına sarılacakken kapı çalınır.)
KADIN : İşte polis geldi. Şimdi görürsün sen.
(Kadın kapıyı açar. Polis girer.)
POLİS : Buyrun hanfendi.
KADIN : Hoşgeldiniz memur bey. Bu çocuktan şikayetçiyim. Hemen tutuklayın onu. Hatta isterseniz pencereden aşağıya atalım, intihar etti deriz.
POLİS : O kolay efendim, onu hallederiz. Yalnız müsaadenizle önce ek işimizi yapalım. (Aniden bir tencere çıkarır.) Şu elimde görmüş olduğunuz tencere uygun fiyat ve taksitlerle sizin olabilir.
Perde kapanır…
-SON-

Komik bir skeç: Halk Müziği - Pop Müziği

HALK MÜZİĞİ-POP MÜZİĞİ



Spiker: Sayın seyirciler, konuklarımla Türk müziğini tartışacağız. Ama öncelikle şunu belirtmekte fayda görüyorum. Bir tartışma programının izlenebilmesi için tartışmada kavga dövüş olması şart. Onun için biz de bu tartışma esnasında tartışmacılarımız arasında kavga dövüş çıkması için özel bir gayret sarf edeceğiz. Anlarsınız ya, devir reyting devri. Evet önce kavga dövüşçüler. Eeee, pardon tartışmacılar kendilerini tanıtsınlar. Buyrun.

Şevket: Efendim, adım Şevket, soyadım Çınaraltındayataryatmazuyuroğlu.

Spiker: Soyadınız ne?

Şevket: Çınaraltındayataryatmazuyuroğlu.

Spiker: Soyada bak ya! Oldukça uzun. Çınar altında yatar yatmaz... Her neyse. Bu soyadı nerde büyüttünüz?

Şevket: Saksıda.

Spiker: Siz bu tartışmaya hangi sıfatla katılıyorsunuz?

Şevket: Efendim, ben “Halk Müziğini Sevmeyenlerin Kafasını Kırmalı Derneği”nin başkanıyım. Halk müziğiyle doğdum, halk müziğiyle yaşıyorum ve halk müziğiyle öleceğim. Yaşasın halk müziği. 35 yaşındayım. Bekarım. Yarışmacı arkadaşlara başarılar dilerim.

Spiker: Derneğinizin adı neydi?

Şevket: Halk Müziğini Sevmeyenlerin Kafasını Kırmalı Derneği.

Spiker: Çok ilginç bir dernek. Şimdi de sizi tanıyalım.

Orçun: Benim adım Orçun. Top müziğine, pardon pop müziğine gönül vermiş milyonlarca gençten biriyim. Ayrıca “Aramızda Top Var Derneği”nin yönetim kurulu üyesiyim. 18 yaşındayım. Karşı taraftaki arkadaşıma hayatında mutluluklar dilerim.

Şevket: Ben senin nerden arkadaşın oluyorum lan! Pis popçu.

Spiker: Efendim, Şevket Bey size, pis popçu, dedi. Bu konuda ne diyorsunuz?

Orçun: Kem söz sahibine aittir.

Spiker. Efendim, Orçun Bey, pis popçu lafını aynen iade ettiğini söyledi. Siz ne diyorsunuz?

Şevket: Kafasını kırarım, diyorum.

Spiker: Her neyse ben ortamı yumuşatayım isterseniz. Şevket Bey, önce size sorayım: Siz pop müziğinden hoşlanmıyorsunuz, neden?

Şevket: Efendim, öncelikle pop müziğinin sözlerini hiç beğenmiyorum. Çok edepsizce sözler var. Mesela bu züppenin derneğinin adı neydi?

Orçun: Kimin? Benim mi?

Şevket: Yok babanın.

Orçun: Babamın derneği yok ki.

Şevket: Oğlum babandan bana ne! Senin derneğinin adı neydi?

Orçun: Aramızda Top Var Derneği.

Şevket: Bakın ne kadar edepsizce bir dernek. Bu, bir şarkının da sözleri değil mi?

Orçun: Evet, bu sözler bir şarkının da sözleri. Ama efendim meseleyi çarpıtmayalım. Bunlar çok masumane söylenmiş sözler. Şimdi ben “Aramızda top var.” Desem, ne dersiniz? (Bakışırlar)

Şevket: Kim ulan o, derim.

Orçun: Bakın işte çok yanlış düşünüyorsunuz. (Cebinden küçük bir pinpon topu çıkarır.) Bu ne?

Şevket-Spiker: Top.

Orçun: Şu anda aramızda bir top var. Yani bu sözlerde ne var ki?

Şevket: “Bandıra bandıra ye beni.” demek ne demek?

Orçun: Aslında o sözle kastedilmek istenen... Aslında eeee kem küm. Diğer soruya geçiniz efendim. Ayrıca halk müziğinde edepsiz sözler yok mu? “Dağlar seni delik delik delerim.” Demek ne demek?

Şevket: Bu sözlerde ne var ki?

Orçun: Kötüsü, hiç bir şey yok. Bomboş sözler. Çok basit müzikler. Halk müziği dinleyen insanlara şaşırıyorum. Şahsen o müziği dinlerken benim başım ağrıyor.

Şevket: Böyle konuşmaya devam edersen ağrıyacak bir başın bile olmayacak. Sen kim, halk müziği hakkında kötü şeyler söylemek kim. Entel züppe.

Spiker: Ortalık kızışıyor iyi. Az sonra bunlar birbirine girer.
Orçun: Halk müziğini duyunca kargalar bile üç gün ses çıkaramıyorlarmış. Biliyor musunuz?

Şevket: Niye?

Orçun: Çünkü halk müziği kargaların “gaaak” sesinden bile kötü.

Şevket: Allah. Tutmayın lan beni. Bu halk müziğine karga dedi. Öldün lan sen artık. Sana şimdi bir çakacağım yamulacaksın.

Orçun: Yok ya! Şimdi ben sana bir kroşe geçiririm feleğini şaşırırsın. (Kalkarlar)

Spiker: Beyler lütfen daha programın bitmesine çok var. Hemen dövüşürseniz program yarım kalır. Ben size dövüşeceğiniz zaman haber veririm. Lütfen oturun.

Şevket: Bu sana ne geçiririm, dedi?

Spiker:Kroşe geçiririm dedi.

Şevket: Ne o? Kötü bir şey mi?

Spiker: Evet.

Şevket: Aynısından ben de sana geçiririm.

Spiker: Beyler lütfen biraz daha sakin olalım. Şimdi ben size soru sorayım. Önce Şevket Bey, siz hangi enstrümanları çalabiliyorsunuz?

Şevket: Hırsızlık bizim kitabımızda yazmaz.

Spiker: Efendim anlamadınız.

Orçun: Anlamaz o zaten.

Şevket: Sen konuşma, her lafa maydanoz olma.

Spiker: Yani diyorum, hangi müzik aletlerini çalabiliyorsunuz?

Şevket: Benim sazım var.

Orçun: Benim de gitarım var.

Şevket: Heh, gitarı varmış, yesinler gitarını.

Spiker: Hop hop, sarkıntılık yok beyler. Neyse programın sonunda sizden birer parça dinleriz herhalde. Şimdi sizlerin eğitim düzeyi üzerine konuşalım. Şevket Bey, hangi okulları bitirdiniz ve hangi üniversiteden mezun oldunuz?

Şevket:Efendim eee! Ben eeee ilkokulları bitirdim.

Spiker: Nasıl yani?

Şevket: Yanisi ilkokulu on iki senede bitirdim. Babam ondan sonra okumama müsaade etmedi. Aslında müsaade etseydi ortaokulu bile bitirirdim. Ama babam göndermedi. Bütün suç babamın, şikayetçiyim.

Spiker: Yani ilkokul mezunusunuz. Müzik bilginiz var mı?

Şevket: Müzik bilgim var da denebilir yok da denebilir. Bir defa Arif Sağ’ı uzaktan görmüştüm. Müzik bilgim bu kadar.

Spiker: Arif Sağ’ı uzaktan görmek, müzik bilgisi mi?

Şevket: Niye olmasın? Arif Sağ denince akla saz geliyor. Saz denince akla müzik geliyor. Bundan iyi müzik bilgisi mi olur?

Spiker: Orçun Bey, siz hangi okulları ve üniversiteyi bitirdiniz?

Orçun: Efendim ben ilkokulu içerden, ortaokulu dışardan bitirdim. Ondan sonra hayata atıldım. Müzik bilgim do re mi fa sol la si do re mi fa sol la si do...

Spiker: Tamam tamam. Beyler anlaşılan siz hem eğitimsiz hem de müzikten anlamayan kimselersiniz. Şimdi bu durumda biz sizinle neyi tartışıyoruz ki?

Şevket: Ayıp oluyor spiker bey. Şimdi sen bize kara cahil mi diyorsun? Beni üzdün ve yüreğimden yaraladın ve can evimden vurdun. Artık sazımı alır giderim. (Kalkar.)

Spiker: Hayır yanlış anladınız, lütfen oturun.

Şevket: Çok ısrar ettin, oturayım bari.

Orçun: Israr etmiyor gidebilirsin.

Şevket: Sen konuşma züppe. Bir kere sen şu sakalını kes de öyle konuş. Jilet kesmedi herhalde, sakalının yarısı kalmış.

Orçun: Sen ne anlarsın, bu moda.

Spiker: Beyler lütfen yine başlamayalım. Sonuçta sizler iyi bir eğitim almamışsınız. Müzik bilginiz sıfır. Hatta eksi bir. Sizinle anlamadığınız bir konuyu yani müziği tartışıyoruz. Bence başka bir konu tartışalım.

Orçun: Şimdi sen bizim cahil olduğumuz ve müzikten anlamadığımız konusunda ısrar ediyorsun öyle mi?

Spiker: Evet, öyle.

Orçun: Arkadaşım bak benim bir gururum var, haysiyetim var, evim var, arabam var, şerefim var. Bunlarla oynama. Yoksa ben de seninle çiftetelli oynarım.

Şevket: Çiftetelli bir halk müziği parçası. Onu karıştırma.

Spiker: Parça demişken, sizden birer parça dinleyelim isterseniz.

Şevket: Dinlemesek olmaz mı? Ben biraz yorgunum da.

Spiker: Olur mu efendim. (Şevket sazı alır, o yana bu yana çevirir, çalamaz)

Orçun:Bu saz çalmayı da bilmiyordur.

Şevket: Valla akşam çalıyordum. Uyuyunca unutmuşum.

Spiker: Efendim, sizden bir parça dinleyelim. (Orçun da çalamaz)

Şevket: Çalmayı bilmiyorsun değil mi? Züppe heh heh.

Spiker: Her neyse beyler kalsın. Programın sonuna geldik. Reyting patlaması için bunları fişeklemek lazım. Orçun Bey, az önce Şevket Bey size “züppe” dedi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Orçun: O benim gitarımın teli.

Şevket: Ulan bana sazımın teli, kanunumun teli, udumun teli de ama gitarımın teli deme.

Orçun: Gitarımın teli de gitarımın teli.

Şevket: Ulan senin gitarının da, gitarının telinin de. Allaaaah! Tutmayın lan beni. Heyt! (Spiker kalkar. Onlar kavgaya tutuşurlarken spiker de onları ayırmaya çalışırken perde kapanır. )
-SON-

Komik Skeç İndir: Dolmuş

DOLMUŞ




BÖYLE OLUR BİZİM ORALARIN STAND BY ANLAŞMASI
1/
EFEKT: Cadde gürültüsü
NEVZAT: Hamdi. Hadi sen biraz bağır, yolcular toplana dursun, ben bir çay içip geliyorum.
HAMDİ: (Uzaklaşarak) Tamam abi.
NEVZAT: Şevki... Amorti Şevkiii, gel buraya.. Bana bir çay kap gel len.
ŞEVKİ: Emin misin abi?
NEVZAT: Ne demek ulan şimdi bu?
ŞEVKİ: Şu demek, çaya zam geldi.
NEVZAT: Yalan söyleme, yalan söyleme... Ben Anadolu çocuğuyum, yılandan korkmam yalandan korktuğum kadar; Akşam Reha Muhtar’ı, Ali Kırcay’ı, Ahmet Hakan’ı, Defne’yi, hepsini dinledim. Hiç biri çaya gelen bir zamdan bahsetmediler.
ŞEVKİ: Petrole, akaryakıta zam geldi ya abi.
NEVZAT: Eee?
ŞEVKİ: Akaryakıt ve petrole zam gelince her şeye zam gelir. Biz de çay fiyatlarını artırdık....
NEVZAT: İyi de oğlum, verdiğin çaylarda bir benzin tadı alamıyoruz.
ŞEVKİ: Tüp neyle çalışıyor sanıyorsun abi? Siz de taşıma ücretlerine zam yapıyorsunuz.
NEVZAT: (Kızarak; elini ona vurur gibi) Ülen biz her hafta mı zam yapıyoruz?
ŞEVKİ: Petrol ürünlerine her hafta zam geliyor ama abi, zam gelmediği hafta da Akaryakıt Fiyat İstikrar Fonu kesintisi arttırılıyor.
NEVZAT: Ülen, zaten gözlerin yollarda böyle bekliyorsun; “Bu haftaki zam nerde kaldı, çok gecikti, acaba yolda başına bir şey mi geldi” diye,
ŞEVKİ: Abarttın be abi!
NEVZAT: (Sertçe) Şevki bana üç şekerli bir çay getir, Şevki?
ŞEVKİ: Son şeyin mi abi?
NEVZAT: Neyim mi?
ŞEVKİ: Son kararın mı?
NEVZAT: La git!..
ŞEVKİ: (Gülerek kaçar) Tamam tamam getiriyorum. He he heee...
2/
ŞEVKİ: Buyur abi, günlük olağan çayınızı getirdim... Afiyet olsun.
NEVZAT: Ülen Şevki bir de “mı acaba” deseydin var ya, alacaktım ayağımın altına.... Ne dikiliyorsun başımda... Aııhh ver bakayım len şu elindeki gazeteyi.
ŞEVKİ: Ama abi daha manşetine bile bakmadım.
NEVZAT: Hadi hadi sen müşterilerle ilgilen...
ŞEVKİ: Tamam ama ne olursun bu sefer bulmacasını çözme?
NEVZAT: Tamam çözmem için rahat olsun... (Çayını karıştırır, gazeteyi açar) Bakalım.. O ne len... (Okur gibi) “Kemal derviş tenis oynadı”. (Çayından bir yudum alır - çay için-) Ohaa oha bu ne len, bu dudak payı ne len?.. Merdivenle mi ineceğiz çaya, ülen Şevki çaycılık stajını Mozambik’te mi yaptın be... (Gazeteyi tekrar düzeltir) Bakalım ne var başka, hah... (Okur gibi) “İstanbul, 2008 olimpiyatlarına aday olamadı. Olay Kadıköy Çarşı Esnafında şok etkisi yaptı. ‘Avrupa Avrupa duy sesimizi’ sloganları eşliğinde sokaklara dökülen Çarşı Esnafını, Olimpiyat Komitesi Yetkilileri: ‘kontenjanlar dolu olduğu için 2008’e aday olamadık ama, 3816 Olimpiyatları için büyük bir ümit taşıyoruz’ diyerek sakinleştirdi.”
ŞEVKİ: Abi, çay parasını tahsil edelim.
NEVZAT: (Cebini yoklar) Ana hiç bozuk para kalmamış... Geçerken vereyim.
ŞEVKİ: Defter de epey kabardı bak abi!
NEVZAT: Ulan ülkenin dış borcundan daha mı fazla be.
ŞEVKİ: Ama abi?
NEVZAT: Topu topu 30 bardak çay borcumuz var, yaptığın muameleye bak be. Ulan ben IMF miyim de tak çıkarıp vereyim, istediğin parayı.
ŞEVKİ: Lamı cimi yok abi, bu sefer kesin alacağım çay parasını!
NEVZAT: (Sakin) Şevkiii... Amorti Şevkiiii, yaklaş sana ne diyeceğim. Hani şu Naciye var ya, senin sözlün.
ŞEVKİ: Eveet
NEVZAT: Onun annesi var, Bedriye..
ŞEVKİ: Eveeeet
NEVZAT: Senin müstakbel kaynanan... Bedriye hanım Kadıköy’deki işine kimin minibüsüyle gidip geliyor...
ŞEVKİ: Eeiii?...
NEVZAT: Otoban Nevzat’ın elbette ki. Bak Amorti Şevki, seninle bir Stand by anlaşması yapalım.
ŞEVKİ: Beni katakulliye getirmeyeceksin di mi abi?
NEVZAT: Getirir miyim Amorti Şevki? Bak işte anlaşma; ben Bedriye Hanım’dan minibüs parası almayacağım, sebebini sorarsa da Amorti Şevki alma dedi diyeceğim.
ŞEVKİ: “Şevki” de; Amorti şevki deme.
NEVZAT: He tamam, sen de buna karşılık benim borçları sileceksin; anlaştık?
ŞEVKİ: Anlaştık he he... Gazete sen de kalabilir abi, bulmacayı da çözebilirsin.
NEVZAT: Ulan Peşin parayı duyunca nasıl yamıştın... Hadi bana eyvallah.
3/
EFEKT: Cadde gürültüsüne çığırtkan sesleri karışmıştır
HAMDİ: Hadi Aksaray Aksaray Aksaray
NEVZAT: (Uzaktan yaklaşır) Ulan sen deminden beri “Aksaray” diye mi bağırıyorsun lan?
HAMDİ: Aksaray Aksaray.... Ne oldu abi?
NEVZAT: Olum Aksaray iki ay önceki hattımızdı Lan. Şuralara, şu çevrene bir baksana lan burası neresi?...
HAMDİ: Anaaa.... Abari!..
NEVZAT: İndir içerdeki Aksaray yolcularını... Olum ben sana boşuna mı veriyorum lan, üç ayda yirmi milyonu, iki aydır öğrenemedin... Kadıköy diyeceksin, Kadıköy’e varınca da “Üsküdar” diye bağıracaksın.

4/
HAMDİ: Hadi Üsküdar Kadıköy, Aksüküdar Akkadıköy Aks Üsküdar.
NEVZAT: Ben ne Yapayım lan seni Badanaj Hamdi? Hadi söyle ne yapayım şimdi?
HAMDİ: (Hüzünlenir) Abi ne bağırıyorsun ya, kaşında Teke Tek Programı konuğu mu var? Ağzım alışmış işte, diyemiyorum.
NEVZAT: (Yatıştırmaya çalışır) Canım canım... Hadi aslanım, dersin sen. Ben seni diksiyon kurslarına yollayacağım. Gülgün Feyman’dan ders aldırtacağım. Reha Muhtarlar, Ali Kırcalar ders verecek sana.
HAMDİ: (Sevinir) Gerçek diyorsun, değil mi abi?
NEVZAT: (Kendi Kendine) Hıh diksiyon kurslarına gönderiyim, ondan sonra Ana Haber Bülteni Spikeri ol bizi kazıma.. (Hamdi’ye) Hadi aslanım, hadi Badanaj Hamdi’m benim, yaparsın sen, söylersin sen.
HAMDİ: Nevzat Abi, Bir şey diyeceğim, ben yine iyiyim biliyor musun?
NEVZAT: Tabi iyisin oğlum.
HAMDİ: Bizim bir muavin arkadaş vardı, İzmarit Avni,
NEVZAT: Tanırım, Bir ara Sumsuk Zihni’nin yanındaydı.
HAMDİ: O abi, “Yukarı Dudullu Halâskârgazi”diyemediği için işten atılmış biliyor musun? “Git adını söyleyebileceğin bir hatta çalış” demişler.
NEVZAT: Ben biliyordum yeteneksiz olduğu.
HAMDİ: Hadi söyle “Yukarı Dudullu Halâskârgazi”
NEVZAT: “Yukarı Dudullu Halâskârgazi”.
HAMDİ: “Kara kartal sarkar dal kalkar; dal sarkar kara kartal kalkar”, hadi söyle..
NEVZAT: Len de git işine’
HAMDİ: Kadıköy, Kadıköy!
NEVZAT: İyi bağır yolcu gelmiyor, İyi bağır da yolcular toplansın. (Kendi de bağırır) Hadi Kadıköy. Kadıköy, Kadıköy.. Böyle bağıracaksın.
HAMDİ: Üsküdar Kadıköy, Kadıköy....



Bu bölüm “Şoförsem Günahım Ne” adlı oyunumun birinci bölümünden.

ÖNCEKİ SAYIDA NE YAZMIŞIZ

BULMACA BULDURMACA

1/
EFEKT: Kuş cıvıltıları
NEVZAT: Hamdi, söyle bakalım; bir renk?
HAMDİ: Sarı.
NEVZAT: Sa...rı... Sarı uymuyor.
HAMDİ: Kahverengi.
NEVZAT: Kah..ve...ren...gii.. Üç harf eksik kaldı.
HAMDİ: O zaman “neskahverengi”.
NEVZAT: Nes.. kah.. veren...gi... Oldu lan... Dur bakalım bu “Kö” neymiş. Altının ikisi, bir nota... Kö diye bir nota var mı lan Hamdi. Orhan babadan böyle bir nota duydun mu sen hiç?
HAMDİ: Orhan Baba’dan duymadım da, kıpraşımlı bir sanatçı var ya ondan duymuş olabilirim. Ha Azer Bülbül..
NEVZAT: Dalga geçme. Şurada, ayda yılda bir gazete bulmuşuz, ayda yılda bir bulmaca çözüyoruz içine turp suyu sıkma.
HAMDİ: Ha hatırladım abi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Devlet Konservatuarı yaylı sazlar bölümü, müzikte yeni arayışlar yapıyordu, gazetede okudum... onlar bulmuş olabilir... bu kadar aradıklarına göre, bulmuşlardır dokuzuncu notayı herhalde.



2/
NEVZAT: Hayda şurada da bir ZB çıkmış.. Bakalım... Yukarıdan aşşa beş... bir element.
HAMDİ: ZB, zibidinyumun simgesi abi, duymadın mı hiç?
NEVZAT: Zibidinyum mu? Neyse Nil’in kenarında yetişen ve milattan önce yaprakları kitap malzemesi olarak kullanılan bir kamış türü?
HAMDİ: Şeker kamışı
NEVZAT: şe.. ker.. kamı...şı ... ı sığmıyor...
HAMDİ: Siyah kareleri yanlış yere koymuşlar abi yine, üstüne yaz sen “ı”yı .
NEVZAT: Tamam uzatma da şu “ÖM” neymiş ona bakalım.
HAMDİ: Tersi milattan önce....
NEVZAT: Yok.... Ne bu... “Ömerikyumun simgesi”. İyi valla okulda bize öğrettikleri 114 element vardı. 200’e çıktı.
HAMDİ: Ne diyorsun abi sen! Bilim hızla ilerliyor. Demek ki Ömer adında biri bulmuş, Bir Türk, helal olsun.
NEVZAT: Helal olsun valla. Ben de diyordum, niye kitaplarda yazmaz bu elemen?... Bir Türk buldu ya..
HAMDİ: Abi biz zehir gibi milletiz bir aslında. Bu NASA’nın Apollo 11 var ya, uzaya gönderdiler; bizim Kaportacı kazım yapmış. Projesini de kroki Nuri çizmiş de söylemiyorlar saklıyorlar.
NEVZAT: Hamdi, boğaz köprüsünün altında var ya hazineler varmış lan . Bizim Dedektör Tevfik ben çıkarıvereyim demiş de Japonlar izin vermemiş. Köprüyü onlar yaptı ya...
HAMDİ: Kendileri götürecekler
NEVZAT: Tersi kozmonot. Bunu bilmeyecek ne var; astronot.. Hah astronot, dedin de aklıma geldi. Niyazi amcanın yurt dışında okuyan bir oğlu vardı.
HAMDİ: Cemalettin,
NEVZAT: Heee. Niyazi amca; “oğlum astronot olacak” deyip duruyordu. Ne olmuş, Cemalettin astronot olmuş mu?
HAMDİ: Geçen Niyazi Amca’yla sanayi de karşılaştık, Cemalettin astronot “olmuş".
NEVZAT: Yapma Len Hamdi, nasıl olmuş, o kadar kolay mıymış?
HAMDİ: Torpil Nevzat Abi, torpil. Okuldan Amerikalı yakın bir arkadaşı George Dabılyu Bush’un emmisinin oğluymuş. Adam NASA’da işe guyuvermiş Cemalettin’i. Öğle yemeği bedava, sigarasını da cebine koyuvermiş, tam gün de sigortasını yapıvermişler... Cemalettin paraya para demiyormuş.
NEVZAT: Ya ne diyormuş?
HAMDİ: “Paya” diyormuş, herif “r”leri söylemiyordu ya abi... Niyazi amca iki hafta önce oğlunun ziyaretine gitti ta Amerika’lara. Cemalettin, Niyazi Amca’yı Yankiler’le Losencılıs takımının beysbol maçına bile götürmüş. Göndermeden iki gün önce de Niyork Numune Hastanesinde baştan ayağa bir kontrolden geçirttirivermiş. Ha uçağa bindirirken de bin dolar kuyuvermiş cebine. Niyazi amca; “yok oğlum gerek yok” dediyse de, “al baba yav” demiş. “kulak arkası yaparsın” demiş.
(Birlikte gülerler)

Komedi Skeç - Avukat

AVUKAT



HİZMETLİ: (Ortalığı temizler, avukatın masasını temizlerken avukat oturmaktadır.) Vallahi avukat bey çok zekisin avukat yazısının altına Made in Japan yazdırmakla iyi ettik galiba, herkes Japon malı sanıyor sizi. Televizyonun, elektronik eşyaların Japon malı olanları var da avukatın Japon malını ilk kez görüyorum. Japon malı avukat Ahmet Adıgüzel.
AVUKAT: Japon malı deyip durma işine bak be...
HİZMETLİ: Ayten isimli bir bayan aradı ve sizinle görüşmek istediğini söyledi. Bir iki saat sonra geliyorum dedi. Miras işiymiş.
AVUKAT: Miras işi mi? Tamam ilginç bir olay ama parasıyla değil mi ilgileneceğiz. Sen bu günlerde fazlaca kilo aldın, onları versen iyi olur. Küt diye kereste gibi devrilir, geberirsin valla! Sekretersin, kendine dikkat etmelisin.
HİZMETLİ: Yok canım, kilom fazla mı ?
AVUKAT: Büyüyünce fil olacakmış gibi bir halin var.
HİZMETLİ: Yapmayın avukat bey. O kadar değil tartıldım seksen beş kiloyum. Yani bir eşeği tartsan daha ağır gelir.
AVUKAT: Zaten biraz daha kilo alırsan ondan farkın kalmayacak. Bol bol egzersiz yap. Kilo ver. Sonra kalp krizinden gidersin vallaha...
HİZMETLİ: Sahi mi söylüyorsunuz ?
AVUKAT: Tabi ki, sürekli çalış iş yap. En iyi zayıflama yolu çalışmaktır, ev işi yapmaktır.
HİZMETLİ: Ben eve gideyim o zaman.
AVUKAT: Akıllı, ev işi yapmak için eve gitmeye gerek yok, burada da aynısını yapabilirsin. Bol bol temizlik yap. Kilo verirsin.
HİZMETLİ: Ne güzel !
AVUKAT: Evet mesela şu sehpayı getir, masanın üstüne koy. (Hizmetli sehpayı alır getirir koyar.) Yakıştı mı ?
HİZMETLİ: Yooo.
AVUKAT: İyi o zaman geri götür, yerine koy.
HİZMETLİ: Zayıflamak için devamlı böyle mi yapacağım ?
AVUKAT: Buna benzer işler... (Kapı çalar.) Kapıya bak.
HİZMETLİ: Buyurun.(İçeri bir erkek bir bayan girer.)
AVUKAT: Buyurun hoş geldiniz.
KOCA: Hoş bulduk.
KADIN: Hoş bulduk .
AVUKAT: Hayırdır, bir avukata ihtiyacınız var herhalde.
KOCA: Hayır efendim, bizim anlayışa, sevgiye, düzene, mutlu bir yuvaya ihtiyacımız vardı. Ama olmadı. Şimdi mecburen avukata ihtiyacımız var. Boşanmak istiyoruz.
AVUKAT: Öyle mi? Ne güzel! Değil tabi. Demek boşanacaksınız. Biliyorsunuz ki boşanmak ciddi bir durumdur. Çok iyi düşünmeniz gerekir.
KOCA: Evet, düşündük, taşındık... Zaten o düşünemiyor. Ben onun yerine de düşündüm ve karar verdim.
KADIN:Niye düşünemiyor muşum? Başlamayalım yine.
KOCA:Tabi başlamaya gerek kalmadı, zaten bitti... Her şey bitti.
AVUKAT: Efendim şimdi niçin boşanmak istediğiniz konusuna açıklık getirelim isterseniz.
KOCA: Tabi getirelim, açıklık getirelim, niçin boşanıyoruz ulan biz?
KADIN: Bunun için boşanıyoruz işte!
KOCA: Evet bunun için boşanıyoruz değil mi? Bunun için bizi boşayın hakim bey, pardon avukat bey. Hatta Made in Japon Bey.
AVUKAT: Tamam, önce şu konuya bir açıklık getirelim. Beyefendi niçin boşanıyorsunuz?
KOCA: Efendim şunun için boşanıyoruz. Eee eee şey için eee anlaşmıyoruz...
AVUKAT: Tamam, demek bunun için boşanıyorsunuz Allah Allah
KOCA: (Karısına) Görüyor musun? Adam bile, bize hak verdi. Allah Allah bile dedi.
AVUKAT: Hanımefendi siz neden boşanıyorsunuz?
KADIN: Efendim ben eee şey için boşanıyorum. Eee işte anlaşamıyoruzmuşuz, bunun için boşanıyoruz.
AVUKAT: Ne güzel! Demek boşanacaksınız.
KOCA: Tabi avukat bey, üstelik boşanmak için bu kadar çok sebep varken dün bir de demez mi? Ben Fenerbahçeliyim diye. İşte ipler o zaman koptu. Evlenmeden önce arkadaşın kendisini uyarmıştım.
AVUKAT: Ne diye?
KOCA: Fenerbahçe’nin adını ağzına almayacaksın diye. Fenerli olduğunu yıllarca gizlemiş. Yıllardır bir Fenerliyle evliymişim de, haberim yokmuş.
KADIN: Fenerbahçeli olmak suç mu şimdi yani?
KOCA: Evet suç. Ulan tutacak başka takım mı yok? Mesela git Mersin İdmanyurdu’nu tut
AVUKAT: Şimdi tam anlayamadım da. Siz karınızdan FB’li olduğu için mi boşanıyorsunuz.?
KOCA: Tam olarak öyle değil tabi. Mesela hanımefendinin matematiği ve kimyası da oldukça zayıf. Yani böyle olmaz ki. Anlaşamıyoruz. Lisedeyken müzik dersi de zayıfmış zaten.
KADIN: Her akşam eve sarhoş geliyorsun, senin eziyetini çekiyorum sürekli, bıktım artık. Dayanamıyorum. İnsan evlenince huzur, mutluluk ister. Biz hiç huzur bulamadık mutlu olamadık ki. Ben mutluluğu pembe dizilerde seyrettim.
KOCA: Görüyorsunuz zeytinyağı gibi üste çıktı. Huzurlu değilmiş miş miş miş. Çarpılırsın ulan yalan söyleme. Sana huzur bulasın diye Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur adlı romanını bile aldım.
KADIN: Yine suçlu ben oldum. Sen çocuğumuzun kız olmasından bile beni sorumlu tuttun.
AVUKAT: Çocuğunuz da mı var ?
KOCA: Evet Ona çocuk denirse var. Daha doğrusu, o kız hanımefendinin. Önceden anlaştık, erkek olacaktı, olmadı. Bir erkek çocuk bile veremedin bana, yazıklar olsun!
KADIN: Tamam, onun suçu da benim, suçsa tabi.
AVUKAT: Bu tartışmalara bakılırsa aranızda çözülmeyecek sorunlar var. Siz en iyisi boşanın olmaz mı?
KOCA: Eeee bak bu çok iyi bir fikir, bunu hiç düşünmemiştim. Hatırlattığınız için teşekkürler avukatçığım. (Sinirlenir) Kardeşim biz buraya boşanmak için geldik, sen ne diyorsun?
AVUKAT: Hanımefendi siz ne diyorsunuz ?
KADIN: Ben ne diyeyim, kocam her şeyin en iyisini bilir.
AVUKAT: Kocanız sizden boşanmak istiyor.
KADIN : Kocam bilir valla! Ben ne diyeyim?
AVUKAT: Hanımefendi siz çalışıyor musunuz?
KOCA: Evet, ev işleri yapıyor, çamaşır, bulaşık falan...
AVUKAT: Öyle değil, paralı maaşlı bir işte çalışıyor mu ?
KOCA: O ne demek ulan? Kafamda boynuz falan görüyor musun sen ?
AVUKAT: Beyefendi konuyu saptırmayın. Hanımefendi çalışmıyorsa ve boşanmak istemezse ona boşanınca nafaka vermek zorunda kalacaksınız.
KOCA: Nafaka mı o ne? Sadaka gibi bir şey mi?
AVUKAT: Hayır aylık belli bir miktar parayı sürekli vereceksin.
KOCA: Hadi ya! İyi valla! Karıyı hem boşayalım, hem de para verelim. Ulan nişanlanırken para, evlenirken para, boşanırken para, boşadıktan sonra para... Ne ulan bu kadın milletinden çektiğimiz? Medeni Kanun değişsin, böyle olmaz arkadaş!
KADIN: Vallahi avukat bey kocam en iyisini bilir. Geçende bir filmin sonunda ne olacağını bile bildi. Şaştım kaldım.
KOCA: Salak, o filmi önceden izlemiştim .
AVUKAT: Sizin boşanma kararınız kesin mi ?
KADIN: Vallahi ne desem bilmiyorum. Babam beni bu adama verdi. Birkaç kere telefonda konuştuk, sonra evlendik. Ben üzerime düşen görevleri yapıyorum. Temizlik, bulaşık, yemek, çamaşır falan, ama kocam olan bu adam da üzerine düşeni fazlasıyla yapıyor: İşe gidiyor, geliyor, hatta fazlasını yapıyor. İşten yorulup geliyor, bir de beni dövüyor, iyice yoruluyor, ben bu duruma üzülüyorum. İki yaşında kızımız var, onu gözümüz görmez oldu neredeyse.
KOCA: Kızımız deme o senin kızın. Kahvede bile herkes benimle dalga geçiyor, “kız babası” diye. Çok zoruma gidiyor. Üstelik çocuk 2 yaşına geldi, çarpım tablosunu bile bilmiyor.
AVUKAT: Bu tartışma uzar gider. Siz kararınızı verin, beni de boş yere yormayın. Evet hanımefendi, boşanmak istiyor musunuz ?
KADIN: Tabi ki gururlu, şerefli bir insan olarak, beni sevmeyen benle yaşamak istemeyen biriyle evli kalmak istemem.
-SON-

Komik Skeçler: Askeri Kızlar Eğitimde

ASKER KIZLAR EĞİTİMDE



Asker kızlar tam teçhizatlı olarak koşar adım giderler. başlarında erkek bir çavuş vardır.
ÇAVUŞ : Ay akşamdan ışıktır.
KIZLAR : Ay akşamdan ışıktır.
ÇAVUŞ : Yaylalar yaylalar
KIZLAR : Yaylalar yaylalar
ÇAVUŞ : Yüküm şimşir kaşıktır, dilo dilo yaylalar.
KIZLAR : Yüküm şimşir kaşıktır, dilo dilo yaylalar.
ÇAVUŞ : Komşu oğlunu zapteyle.
KIZLAR : Komşu oğlunu zapteyle.
ÇAVUŞ : Bizim kızlar aşıktır, dilo dilo yaylalar.
KIZLAR : Bizim kızlar aşıktır, dilo dilo yaylalar.
ÇAVUŞ : Takım dur!
Asker kızlar dururlar ve çavuş ne derse onu yaparlar.
ÇAVUŞ : Dirsek teması hizaya geç. Yat... Kalk... Yat... Sürün... Kalk... Baş parmağını uzat... Saçını çek... Dilini çıkar... Kulağını çek.
VİLDAN : (Kendi kendine) Niye yapıyoruz bunları.
ÇAVUŞ : Kim konuştu... KİM KONUŞTU... KİM KONUŞTU.
Çavuş tek tek asker kızların suratlarına bakar, titremekte olan Vildanı'ın yanında durur.
ÇAVUŞ : Sen... Çömez.
VİLDAN : (Bir adım öne çıkar.) Birinci bölük, üçüncü takım, ikinci manga, Salih'ten olma, Halime'den doğma, er Vildan Cıngıl, Sinop, Emret Komutanım.
ÇAVUŞ : Niye konuştun?
VİLDAN : Ben konuşmadım komutanım.
ÇAVUŞ : Ben yalan mı söylüyorum?
VİLDAN : Hayır komutanım.
ÇAVUŞ : Niye titriyorsun?
VİLDAN : Titremiyorum komutanım.
ÇAVUŞ : Ulan ben yalan mı söylüyorum.
VİLDAN : Evet komutanım. Yani... Hayır komutanım.
ÇAVUŞ : Asker konuşmaz, asker titremez, asker üşümez, asker kupon biriktirmez, as-ker, ask-mez. Hepiniz istirahatlisiniz. Sen kal çömez.
Asker kızlar çıkar, Vildan ile Çavuş kalırlar.
ÇAVUŞ : Gel benimle!
Sahnenin bir köşesine giderler. Orada bir kazan vardır. Kazanın başında dururlar.
ÇAVUŞ : Sen bu kazanın başında nöbetçisin.
VİLDAN : Başüstüne komutanım.
ÇAVUŞ : Bu kazan cezalıdır.
VİLDAN : Başüstüne. Bu kazan mı cezalı komutanım.
ÇAVUŞ : Evet! Geçen sene bu kazanda pişen yemekten iki erimiz zehirlendi. Bu yüzden bu kazan cezalıdır. Bir yere kaçarsa yakarım askerliğini.
VİLDAN : Başüstüne komutanım. (Komutan gidecekken) Komutanım, doğurursa vurayım mı?
ÇAVUŞ : Ne?
VİLDAN : Böyle doğuracak gibi bir hali varda... Doğurursa vurayım mı diyorum.
ÇAVUŞ : Ulan kazan doğurur mu?
VİLDAN : Kazanın kaçacağına inanıyorsunuz da, doğuracağına niye inanmıyorsunuz.

7 Nisan 2009 Salı

6 Nisan 2009 Pazartesi

İzometrik Kağıt ve Noktalı Kağıt indir

İZOMETRİK KÂĞIT
Komşu noktaların birbirine eşit uzaklıkta olacak şekilde dizildiği noktalı kâğıttır. Eşkenar üçgen, düzgün altıgen, eşkenar dörtgen çizimlerinde ve üç boyutlu çizimlerde kolaylık sağlar. İzometrik kâğıt; geometrik cisimler, örüntü ve süslemeler, hacim ölçme, çokgenler, dörtgenler gibi birçok konuda kullanılabilmektedir.

İzometrik kağıt örneği ve noktalı kağıt örneği bulunan dosyayı aşağıdaki linkten indirebilirsiniz.
http://www.zshare.net/download/582751020a716d68/
Dosya şifrelidir, şifresi ise eokulnotlari.blogspot.com

2 Nisan 2009 Perşembe

Günlük Konuşma Dilimizin Değişiyor ,Türkçemiz Katlediliyor

O saf,temiz,zengin Türkçemiz bakın nasıl Turkcheleşiyor ...

Yıl: 1965

“Karşıma âniden çıkınca ziyâdesiyle şaşakaldım.. Nasıl bir edâ takınacağıma hükûm veremedim, âdetâ vecde geldim. Buna mukâbil az bir müddet sonra kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni fevkalâde rahatlatan bir tebessüm vardı.. Üstümü başımı toparladım, kendinden emin bir sesle ‘akşam-ı şerifleriniz hayrolsun’ dedim..”

Yıl: 1975
“Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım.. Ne yapacağıma karar veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Ama çok geçmeden kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni rahatlatan bir gülümseme vardı.. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle ‘iyi akşamlar’ dedim..”

Yıl: 1985
“Karşıma âniden çıkınca fevkalâde şaşırdım.. Nitekim ne yapacağıma hükûm veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Amma ve lâkin kısa bir süre sonra kendime gelir gibi oldum, nitekim yüzünde beni ferahlatan bir tebessüm vardı.. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle ‘hayırlı akşamlar’ dedim..”

Yıl: 1995
“Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım.. Fenâ hâlde kal geldi yâni.. Ama bu iş bizi bozar dedim. Baktım o da bana bakıyor, bu iş tamamdır dedim.. Manitayı tavlamak için doğruldum, artistik bir sesle ‘selâm’ dedim..”

Yıl: 2006
“Âbi onu karşımda öyle görünce çüş falan oldum yâni.. Oğlum bu iş bizi kasar dedim, fenâ göçeriz dedim, enjoy durumları yâni.. Ama concon muyum ki ben, baktım ki o da bana kesik.. Sarıl oğlum dedim, bu manita senin.. ‘Hav ar yu yavrum?’”

Yıl: 2026
“Ven ay vaz si hör, ben çok yâni öyle işte birden.. Off, ay dont nov âbi yaa.. Ama o da bana öyle baktı, if so âşık len bu manita.. ‘Hay beybi..’”



Hâlâ vakit var!..